Colorado Üniversitesi, Fizik Bölümü'nde lisansüstü öğrencisi iken Erdal Bey'in şanını, şöhretini ve genelde Türkiye'deki ilim ve irfanın, özellikle Türk fiziğinin seviyesini çağdaş düzeye ulaştırma yolundaki çabalarını rahmetli Prof. Dr. Asım Barut'tan dinlerdim. Asım Bey ve Erdal Bey aynı yaşta idiler ve de çok yakın arkadaştılar. Asım Bey altmışlı yılların ilk yarısında bir bilimsel konferans organize etmek için Türkiye'ye gittiğinde pasaportu elinden alınmış ve kendisine: "Sen asker kaçağısın, askerlik görevini yerine getirmeden yurt dışına çıkamazsın," denilmişti. Durumu öğrenir öğrenmez, Erdal Bey o zaman koalisyon hükümetinde başbakan olan babası sayın İsmet İnönü'ye duyurmuş ve onun devreye girmesi ile soruna bir çözüm yolu bulunarak Asım Bey'in yurt dışına çıkabilmesi sağlanmıştı. Asım Bey bunu hiç unutmaz ve bana "Erdal'ın yardımı olmasa askerlik görevimi tamamlamadan beni yurt dışına çıkarmayacaklardı," demişti. Bulunan çözüm yolu Asım Bey'in en kısa süre içinde Türk vatandaşlığından çıkarılmasını öngörüyordu. Böyle bir prosedürün normalde iki yıl aldığı düşünülürse, Asım Bey'e yapılan özel işlemin değeri kolayca anlaşılabilir. Bu durum çifte vatandaşlık kanununun çıkmasına kadar sürmüş ve Asım Bey başvurarak Türk vatandaşlığını geri almış ve ancak Türk vatandaşı olduktan sonra kendisine TÜBİTAK'ın Bilim Ödülü verilebilmişti.
Ben Erdal Bey'le ilk defa 1969 yılının 8 Eylülünde İzmir'in Urla İskelesi'ndeki Nebioğlu Tatil Köyü'nde tanıştım. Erdal Bey oraya Prof. Dr. Edward U. Condon ile Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu'nun başkanlığında toplanan ve benim "scientific" sekreteri olduğum Atom Fiziği'nde Yeni Atılımlar konulu NATO Yaz Okulu'nun açılış konuşmasını yapmak için gelmişti, iki hafta sürecek olan bu uluslararası konferans ODTÜ’nün kampüsünde toplanacaktı. ODTÜ toplantıya katılanların Türkiye'deki harcamalarını, bu amaçla TÜBİTAK'tan aldıkları yardıma kendileri de katarak karşılıyordu. Ancak kampüste çıkan çalkantılar sonucu toplantının Nebioğlu Tatil Köyü'nde yer alması karara bağlanmıştı. O zamanlar Rektör Vekili ve Fen ve Edebiyat Fakültesi Dekanı olan Erdal Bey konuşmasına aklımdan hiç çıkmayan bir espri ile başlamıştı: "Türkiye'de toplanan ve fizikle ilgili konferansların konusu ne olursa olsun Türkiye'deki gazeteler bu haberi 'Atom Fizikçileri bilimsel bir toplantıya katılmak amacı ile Türkiye'ye geldiler,' diye verirler. Eminim ki bu konferans için de verecekleri haber değişmeyecektir. Ancak bu sefer bilmeden haberi doğru vermiş olacaklar," demişti. Kendi sahası olmadığı ve de ODTÜ’deki karışıklıkların devam ediyor oluşu nedenleri ile Erdal Bey konferansa katılamamış ve açılış konuşmasından sonra konuşmacı olarak davet edilmiş kişilerle tanışıp ellerini sıktıktan sonra aynı gün Ankara'ya dönmüştü.
Konferansa konuşmacı olarak davet edilmiş olanlar arasında North Caroline Universitesi'nden Prof. Dr. Eugen Merzbacher de vardı. Prof. Merzbacher ve Erdal Bey Ankara'daki Gazi Lisesi'nde öğrenci oldukları yıllardan beri arkadaştılar. Prof. Merzbacher İstanbul Universitesi'nden mezun olduktan sonra Harvard'dan doktorasını almıştı. Ben kendisi ile 1965 yazında Colorado Universitesi'nde tanışmıştım. O zaman bana Erdal Bey ile olan arkadaşlıklarını ve de Ordinaryüs Prof. Dr. Cahit Arf'a olan saygı ve hayranlığını anlatmış: "Bildiklerimin hemen hepsini Cahit Bey'den öğrendim," demişti. Erdal Bey'in Prof. Merzbacher'i ODTÜ’de bir konuşma yapmak için Ankara'ya davet ettiğini ve Prof. Merzbacher'in konferanstan sonra Ankara'ya gittiğini biliyorum, ancak o zamanki karışıklıklar içinde üniversitede konuşup, konuşamadığını bilmiyorum.
1969 Eylülü sonunda ABD'ye dönmek üzere iken ODTÜ’nün Teorik Kimya Bölümü'nde iki ay misafir öğretim üyesi olarak çalıştığımı gösterir bir belge vermesini rica etmek için Erdal Bey'in ofisine gittim. Bana "Sen istediğin belgeyi yaz, ben daktilo ettirip imzalarım," dedi. Ben de acele ile bir şeyler karalayıp verdim. Erdal Bey okudu ve bir imla hatası bulup düzeltti. Utancımdan yüzümün kızardığını gördüğünde "Halis, utanacak bir şey yok, herkes hata yapar," dedi. Ondan sonra da beni üniversite'nin Öğretim Üyeleri Kafeteryası'nda yemeğe götürdü. O günlerde "tam elektronik yük taşımayan atom çekirdeği izlendi," diye bir rivayet dolaşıyordu. Böyle bir gözlem o zamanın çeşnisiz ve renksiz quark teorisinin doğruluğunu gösterecekti. Ancak ne quarkları birbirine bağlayan güç, ne de bu gücün quarklar arasındaki mesafe ile nasıl değiştiği biliniyordu. Tam elektronik yük taşımayan çekirdeğin güneşin tayfında arandığını ancak bulunamadığını biliyordum. Öte yandan, ortada dolaşan rivayetin kaynağından da haberim yoktu. Yemekte Erdal Bey bana bu konudaki düşüncemi sordu; ben de "inanmıyorum," dedim. Bir şey söylemedi ve tebessüm etti. Belli ki Erdal Bey de inanmıyordu. Yine aynı yemekte ben de kendisine Türkiye'de bir Türk Bilimler Akademisi’nin oluşması konusunda ne düşündüğünü sordum. "Bu zamanla olacak," dedi. Bu konuşmadan neredeyse yirmi yıldan fazla bir zaman sonra böyle bir akademi Erdal Bey ve Erdal Bey ile aynı fikirde olan akademisyenlerin yoğun çalışmaları ile gerçekleşti.
1973 yazında Üniversite Doçentliği sınavlarına girmek amacı ile Türkiye'ye döndüm. Doçentlik tezimi Ankara Üniversitesi, Fen Fakültesi'ne gönderdiğimden Üniversite Doçenti ünvanını da onlardan alacaktım. O yıllarda Boğaziçi Üniversitesi geçiş döneminde idi ve üniversiteler arası kurulun aldığı karara göre Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinin istedikleri ünvanları devlet üniversitelerine baş vurarak almaları gerekiyordu. Öngörülen sınavlara ve tez savunmasına girmeyi beklerken de Boğaziçi Üniversitesi, Temel Bilimler Fakültesi'nin Fizik Bölümü'ne asistan profesör olarak katılmıştım. Erdal Bey bir konuşma yapmak için Boğaziçi Üniversitesi'ne gelmişti ve konuşmanın konusu ise Türk fizikçilerinin yurt dışındaki bilimsel dergilerde yaptıkları yayınlara verilen atıfların sayıları idi. O konuşmada rahmetli Feza Bey'in Prof. Radicati ile yayınladığı elementer parçacıkların SU(6) simetrisini gösteren çalışmalarının rekor seviyede (iki yüzden fazla!) atıf aldığını, bir de Mısırlı fizikçilerin yayınlarına bizimkilerden fazla atıf verildiğini öğrenmiştim. 1973 güzünden aşağı yukarı iki yıl sonra rahmetli Ordinaryüs Prof. Dr. Ratip Berker'in liderliğinde Dr. Ömür Akyüz ile ben Matematiksel Fizik konulu uluslar arası bir sempozyum düzenliyorduk. 1975 yılının 28 Temmuzu ile 2 Ağustosu arasında toplanan bu sempozyuma Erdal Bey de dinleyici olarak gelmişti ve o sırada öğrendik ki 1975 ders yılında bizim bölüme katılacak. Kendisini yakından tanımak, alçak gönüllülüğünü, yardımseverliğini, efendiliğini, cömertliğini ve asilliğini izlemek şansını 1975 güzünden 1981 Mart’ında Boğaziçi Üniversitesi'nden ayrılarak ABD'ye dönene kadar geçen zaman içinde buldum.
Erdal Bey, 2007 yılı baharında, vefatından 3 – 4 ay önce son konferansını İzmir Yüksek Teknoloji Üniversitesi'nde vermişti. Erdal Bey o gün rektörlük binası girişinde İsmail Hakkı Duru ile selamlaşırken. Ortada görülen kişi Rektör Prof. Dr. Zafer İlken. |
Erdal Bey'in Boğaziçi Üniversitesi'ne gelmesi hem Üniversite ve hem de Fizik Bölümü için büyük bir kazanç ve prestij kaynağı olmuştu. Şöyle ki, Erdal Bey bize katılmadan önce, sonradan okuldan ayrılıp ABD'ye dönen iki Amerikalı profesör, bir doçent ve altı asistan profesör olmak üzere dokuz tam zamanlı ve bir de yarı zamanlı doçent vardı. Erdal Bey'in Bölüm'e kazandırdığı prestij sonucu yedi yıl sonra genç, dinamik ve çoğu kendi sahalarında isimlerini duyurmuş yedi öğretim üyesi Bölüm'e katıldı ve bugün Türkiye'de başa oynayan Fizik Bölümü'nün bel kemiği böyle oluştu. Bu genç kadro doçentlik ve profesörlük unvanlarını zamanla ve üstün başarı ile kazandılar. Hemen hepsi dış bilimsel dergilerde yayınlandıkları çalışmaları ile kendi sahalarında uluslararası itibar kazandılar. Yanlarında doktora yapmış öğrenciler veya lisans derecelerini Bölüm'den aldıktan sonra ABD'ye giderek doktoralarını kazananlar Bölüm'e öğretim üyesi olarak katıldılar ve böylece Bölüm seviyesini koruyabildi.
Erdal Bey yanında çalışan kişilerin yeteneklerini o zamana kadar gizli kalmış olanları bile, bulup kullanmayı veya başka bir deyimle, neler yapabileceklerini çok iyi bilirdi. Örneğin, ben Fizik Bölümü'nde öğretim üyesi iken herkesin yaptığı araştırmayı izler ve her fırsatta: "Çalışmalarınız nasıl gidiyor, ne zaman ve nerede yayınlayacaksınız?" diye sorup durumu öğrendikten sonra da yanında çalışanların çok iyi bildiği "yaşa"sı ile sevindirir ve onurlandırırdı. Burada tekrar vurgulamak isterim ki "araştırma" Erdal Bey için çok önemli işti ve bu nedenle her öğretim üyesinden araştırma yapmasını bekler ve bunun için gereken olanakları da sağlardı.
Yukarıda belirttiğim gibi, Erdal Bey Fizik Bölümü'ne 1975 ders yılı başında gelmişti. Bölüm Başkanı Prof. Dr. Robert McMickle idi. Ancak bir yıl sonra kurallara göre Amerikalıların bölüm başkanı olmaları olanağı kalmadı ve Erdal Bey Bölüm'deki tek profesör olduğundan Bölüm Başkanlığı'na atandı, iki yıl sonra da Temel Bilimler Fakültesi'ne Dekan seçildi. Böylece benim Bölüm'deki tek doçent olmam nedeniyle 1978 ders yılı başında Türkiye'ye döndüğümde Erdal Bey'e vekaleten Bölüm Başkanı olmam zorunluluğu doğdu.
Erdal Bey bir kuruluşu ele aldığında aksayan taraflarını düzeltmekle kalmaz, o kuruluşa yeni bir yön ve yeni bir canlılık kazandırırdı. Bunun en güzel örneği Türk Fizik Derneği'ne başkan seçildikten sonra derneğe kazandırdığı atılımlar ve canlılıktır. Örneğin o zamana kadar kayda değer bir uğraşı göstermeyen Dernek, Çağdaş Fizik adıyla, senede dört kere çıkan ve oldukça değerli makaleler içeren bir bilimsel dergi çıkarır oldu. Her yaz fiziğin türlü dallarını kapsayan ve bu dallarda isim yapmış kişilerin konuşmacı olarak katıldıkları konferanslar düzenlendi. Bunların ötesinde, aşağıda ayrıntılarını vereceğim gibi, Türk Fizik Derneği her üç yılda bir toplanan Avrupa Fizik Derneği'nin beşinci büyük kongresinin Boğaziçi Üniversitesi’nde toplanmasını sağlayabildi. Buna ek olarak adı International Union of Pure and Applied Physics olan Avrupa'nın en eski ve uluslar arası prestije sahip kurumuna dernek üye seçildi.
Erdal Bey'in gayreti ve liderliği, Fizik Bölümü öğretim üyesi Dr. Ömür Akyüz'ün organizatör olarak gösterdiği başarı ile Avrupa Fizik Derneği'nin üç senede bir toplanan büyük kongresinin beşincisi 1981 yılının 7 – 11 Eylül günleri arasında Boğaziçi Üniversitesi kampusünde toplandı ve çoğu ABD ile Avrupa'dan 650 kişi katıldı. Bunların arasında Nobel ödülü kazanmış olanları da vardı. Bu kadar kişiyi barındırmak, kampüse gidip gelmelerini sağlamak, fiziğin her dalında birbirine paralel olarak toplanan gruplara yer bulmak, bu toplantılarda sunulup tartışılan çalışmaların ve her gün sahasında lider olan fizikçilerin verdikleri konuşmaların gerektirdiği olanakları sağlamak kolay bir iş değildi. Ömür bunları başarı ile sağlayabildi. Yine bu kadar kişiye her gün iki kere çay ve kuru pasta, Carlton ve Intercontinental Otelleri'nde kokteyl ve kampüsteki Öğretim Üyeleri Merkezi'nde yemek verildiydi.
Bu toplantının gerek Türkiye'deki fiziğin seviyesini ve gerekse Türk misafirperverliğini toplantıya katılan bu seçkin gruba başarı ile tanıttığı kanısındayım. Doğaldır ki bütün bu girişimlere harcanan para Türk Fizik Derneği'nin olanaklarının çok üstünde idi ve alınan yardımlar bile yetersiz kalmıştı. Bu nedenle, Erdal Bey Derneğe on bin Dolar bağışta bulunmuştu.
1981 yılı baharı ve yazında ben Amerika'da idim. Erdal Bey Avrupa Fizik Derneği'nin Genel Kongresi'ne katılmamı sağlamak amacıyla bana gidiş-dönüş biletimi göndermişti. Öte yandan telefon ederek "Gelirken Paris'te dur. Fransız Bilimler Akademisi'nin Paris'teki binasında International Union of Pure and Applied Physics'in 17. Genel Kongresi 31 Ağustos ile 3 Eylül arasında toplanacak. Bu kongreye Türk Fizik Derneği'nin temsilcisi ve misafir üye olarak katıl. Kongrede gündeme bizim üye olmamız konusu gelecek, gerekirse kalk konuş; üyeliğimizi kabul ettiklerinde de kalk teşekkür et," demişti. Ben de öyle yaptım. Kongreye ABD, İngiltere ve Rusya ikiden fazla, diğer üyeler ise iki temsilci ile katılıyorlardı. Katılanların hepsi kendi sahalarında liderliğe yükselmiş kişilerdi ve aralarında Nobel ödülü almışlar bile vardı. Türk Fizik Derneği'nin üye olması gündeme geldiğinde kimsenin itirazı olmadı, hatta bazı üyeler söz alıp Türkiye'deki fiziğin seviyesini övdüler. Sonuçta Türk Fizik Derneği bahis konusu kuruluşa oy birliği ile üye oldu. Bu arada gerek Paris Belediye Başkanı gerekse Fransız Bilimler Akademisi üyeleri kongreye katılan bizlere kokteyller ve yemekler vererek unutulmaz konukseverlik gösterdiler. Hiç unutmam türlü ülkelerin üyeleri yanıma gelerek, İstanbul'da Boğaziçi Üniversitesi’nde toplanacak olan Avrupa Fizik Derneği'nin 5. Büyük Kongresi'ne katılacaklarını ve bundan duydukları sevinci ve heyecanı belirtmişlerdi.
Gerçi ben 1982 yazında Türkiye'de değildim. Ancak iki yılda bir toplanan International Colloqium of Computational and Theoretical Group Theory, o yaz Erdal Beyin başkanlığı ve Boğaziçi Üniversitesi, Fizik Bölümü öğretim üyesi Dr. Meral Serdaroğlu'nun organizatörlüğü ile Boğaziçi Üniversitesi'nin kampüsünde yapılmıştı. Yine elde edilebilen parasal yardımların yetersiz kalması nedeniyle Erdal Bey'in onbin Dolar bağışta bulunduğunu güvenilir kaynaklardan öğrendiydim.
Yukarıdaki iki örnekte Erdal Bey'in gerek Türkiye'deki fiziğin seviyesini yükseltmek ve atılımlarını tanıtmak konusundaki uğraşlarını, gerekse unutulmaz cömertliğini belirtmek istedim. Şimdi de onun alçak gönüllülüğüne ve yardımseverliğine bir örnek vermek isterim. Türkiye'de bulunduğum 1975 – 76 ve 1976 – 77 ders yıllarında rahmetli Prof. Dr. Feza Gürsey ile sayın eşi Prof. Dr. Süha Gürsey'in Ulus Mahallesi'ndeki möbleli bir apartman dairesinde oturuyordum. Ödediğim kira ise gülünç denecek kadar ehvendi. Ancak 1977 – 78 ders yılında ”sabbatical" (ücretli izin) ile Colorado Üniversitesi, Fizik Bölümü'ne misafir öğretim üyesi olarak gelmiştim. Doğal olarak, tüm iyi niyetlerine rağmen Gürseyler, ben dönene kadar daireyi boş tutamazlardı ve ben Türkiye'den ayrıldıktan sonra Süha Hanım'ın ağabeyi Zafer Pamir Bey bahis konusu apartman dairesini Boğaziçi Üniversitesi'nden bir başka öğretim üyesine kiraya vermişti. 1978 – 79 ders yılı başında İstanbul'a döndüğümde Üniversite'nin yakınlarında (şimdiki Kuzey Kampus’un hemen bitişiğinde) bir apartman dairesi buldu isem de daire möbleli değildi ve benim zorunlu eşyaları satın almam gerekiyordu. Ancak ben bir yıl sonra, bu sefer ücretsiz izinle, ABD'ye dönmek niyetinde idim ve bu nedenle de alacağım tüm eşyaları bir yıl sonra sağa-sola dağıtmam gerekecekti. Bölümdeki arkadaşlar bana Üniversite'nin deposunda Robert College'den kalma ev eşyaları bulunduğunu ve rektörlüğün bunları bazı öğretim üyelerine ödünç verdiğini, bu nedenle benim ihtiyacım olan eşyalar için rektörlüğe başvurmamı önerdiler. Ancak bilmedikleri rektörlüğün bana olan alerjisi idi. Bunun da nereden kaynaklandığını çok iyi biliyordum. Bir süre düşünüp taşındıktan sonra Erdal Bey'i rahatsız etmeye karar verdim, ofisine giderek durumu anlattım ve Rektörlük Özel Kalem Müdürü'ne telefon ederek ihtiyacım olan eşyaları vermelerini sağlamasını rica ettim. Bana "Neden sen konuşmuyorsun?" veya "Beni böyle bir akademik olmayan istekle neden rahatsız ediyorsun?" diyebilirdi ama "Pekiyi Halis, telefon ederim," dedi. Birkaç saat sonra da Fizik Bölümü'ndeki odama geldi. "Halis, istediğin eşyaları aldım, ancak kolay olmadı," dedi. Sonradan sekreterinden öğrendim ki bahis konusu eşyaları alabilmek için telefonda yarım saatten fazla çaba harcamış. Erdal Bey'i böyle tatsız ve can sıkıcı bir işe soktuğum için çok üzüldüm, ama maalesef olan olmuştu. Rahmetlinin buna benzer çok iyiliğini ve yardımını, anlayışını gördüm; ancak verdiğim bu örnek hatırımdan hiç çıkmayanıdır.
Erdal Bey çok şey bilir, ancak ender olarak bilmediği bir konu olursa bilen bir kişiye sormaktan çekinmezdi. Soğuk füzyonun izlendiğinin ortaya atıldığı ve tartışıldığı günlerde ben ABD'den dönmüştüm. Erdal Bey beni görür görmez "Şu soğuk füzyon konusunda Amerika'daki genel fikir ne?" diye sordu. Ben de "Bu işleri iyi bilen ve güvenilir fizikçiler inanmıyorlar, ancak kimyacılar arasında çok popüler," dedim. Buna karşılık olarak Erdal Bey "Ben soğuk füzyonun izlendiğini duyar duymaz Feza'ya (o zaman Yale Üniversitesi'nde fizik profesörü olan Feza Gürsey) telefon ettim. O bana bunun mümkün olmadığını ayrıntıları ile anlattı," dedi. Hani "Halis, ben de inanmıyorum," diyebilirdi, ancak bu konudaki görüşünü Feza Bey'e borçlu olduğunu hiç çekinmeden itiraf etmişti.
Kanımca Erdal Bey'in Türkiye'deki temel ve uygulamalı bilimlere en büyük katkısı TÜBİTAK'ın gerçekleşmesini sağlamış olanların başında gelmesidir. Bir başka deyimle, bence Erdal Bey'in bu konuda gösterdiği gayret, çaba ve uğraşı herkesten fazladır. Kendisi bu konuyu "TÜBİTAK Nasıl Kuruldu?" başlığı altında yazdığı üç ciltlik Anılar ve Düşünceler’in 3. cildinin 12. bölümünde ayrıntıları ile anlatır. Ben burada sadece bu girişimin nasıl başladığını anlatacağım. TÜBİTAK ile ilgili yasa 24 Temmuz 1963 günü yürürlüğe girmiştir. Ancak bunu gerçekleştirebilmek için ilk adım 1960 yılının Aralık ayı sonunda Milli Birlik Komitesi ve ODTÜ Mütevelli Heyeti üyesi sayın Albay Sami Küçük Bey'in evinde Erdal Bey'le iki arkadaşının, Prof. Dr. Bahattin Baysal ve Prof. Dr. Cengiz Uluçay, buluşmaları ile başlamış ve neredeyse üç yıl yılmadan usanmadan verilen çabalardan sonra gerçekleşebilmiştir.
TÜBİTAK'ın temel ve uygulamalı bilimlerin Türkiye'de çağdaş düzeye ulaşabilmesi yolunda yaptığı hizmet ve kazandığı başarı inkar edilemeyecek kadar büyüktür. Erdal Bey'in siyasete atıldıktan sonra, özellikle başbakan yardımcısı ve devlet bakanı olduğu yıllarda, TÜBİTAK'ın bütçesini arttırmak, özerkliğini korumak ve TÜBİTAK'a yeni bir canlılık kazandırmak yolunda kıymetli ve büyük yardımları oldu. Bu arada Gebze'deki TÜBİTAK Araştırma Merkezi'nin bir parçasını oluşturan ve Erdal Bey'in 1982 – 83 yılları arasında müdürlüğünü yaptığı Temel Bilimler Enstitüsü'nden teorik fizik ve matematiği ayırarak bu iki konuda yeni bir enstitü oluşturmak konusu 1990’lı yılların başında o zaman TÜBİTAK Başkanı olan ve şimdi Sabancı Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tosun Terzioğlu'nun gayreti ve Erdal Bey'in yardımları ile Feza Bey'in aramızdan ayrılmasından bir yıl sonra Boğaziçi Üniversitesi’ne bağlı Feza Gürsey Araştırma Enstitüsü olarak gerçekleşti.
Erdal Bey'in Türkiye'deki fiziğin seviyesini çağdaş düzeye getirmek amacıyla yaptığı en büyük katılımlardan biri de Türk Fizik Vakfı’nın kurulmasını desteklemesidir.
Siyasete atıldıktan sonra bana yazdığı bir mektupta "Halis, akademik hayatı çok arıyorum zira siyaset o kadar insafsız ki," diyordu. Kanımca Erdal Bey bu insafsızlığa 13 yıla yakın göğüs gererek efendiliğin, asaletin, dürüstlüğün, alçak gönüllülüğün ve cömertliğin Türk politikasında dahi geçerli olabileceğini göstermiştir. Unutulmamalıdır ki Erdal Bey siyasete atıldıktan sonra mal varlığı azalan ender siyasetçilerden biridir. Örneğin, siyasette iken tüm gezilerinin masraflarını kendi cebinden ödemiştir. SODEP ile Halkçı Partinin birleşmesinden oluşan SHP'nin parasal sıkıntıya düşmesi sonucu Erdal Bey kendi evini ipotek ettirip partisi için para bulacak kadar cömert bir kişi idi. (Prof. Dr. Halis Odabaşı)