BCU1
 Fizik benim yan dalımdı, benim esas merakım insandı...

Feynman'la tanıştım, Penrose’un derslerine girdim, Grothendick’i en çılgın halindeyken seyreyledim, Weinstein, Kostant, Lawson, Atiyah, Bott'la zaman geçirmişliğim oldu, ama insanın kendi memleketlisi ile beraberliği bir başka oluyor! Bunu Feza Bey'den de bilirim.  O senin adamındır, senin ana lisanını konuşur, sana evladı gözüyle bakar, senin çok iyi, çok başarılı olmanı ve kendisinden daha ilerlere ulaşmanı arzular. Bunları onun gözlerinde görür, konuşmalarında hissedersin. O sizin abinizdir, o size kendisinin  devamı olarak bakar, siz de ona onun devamı olarak… Tabi bunu başaramamak veya layık olamamak da var… Bu duyguları yukarıda isimlerini sıraladığım dünyanın önde gelen zamanımın bilim insanlarıyla ben yaşayamadım. Sahiplenme duygusu olmuyor kişi kendi toprağından olmayınca…  Onlar size, siz onlara bir noktadan sonra yabancısınızdır

Şimdi gelelim benim Burhan Hoca'dan öğrendiklerime: Burhan Hoca benim ders hocam olmadı, ama hayat hocam oldu! Dolayısı ile ben burada ondan fizik dışı öğrendiklerimi yazacağım. İlk aldığım ders: “zirvede kalenderilik veya kalenderilik zirvede”. Ben bunu nedenini doğuştan gelen karakter yapısından ziyade çok bilgelikten, çok düşünmüş ve okumuş olmaktan geldiğine inanıyorum. Burhan Hoca kaç kitap okumuş? Ben sadece Datça'daki kütüphanesini gördüm, başka yerlerde de kitaplıkları varmış. Diyeceğim, bilgi dağarcığı büyüdükçe Burhan Hocamızın egosu ters oranda küçülmüş. Kalenderliğinin bir başka izahını bulamadım ben. Peygamber mi istiyorsunuz, alın buyrun işte… 
 
Kendisini ilk defa baba memleketim Trabzonda 1979 yazında Asım Orhan Barut ve Erdal İnönü’nün düzenlediği Nato Yaz Çalıştayı'nda tanıdım. AÜ Fizik Bölümü olarak Zekeriya Aydın'lı müritleriyle birlikte katılıyordu çalıştaya. Öğrencileriyle, asistanlarıyla geldi, de diyebilirdim, ama her ne kadar elbette şeyhlik taslamasa da çevresinde yarattığı o sakinlik, o tevazu, o ağırbaşlılık sanki etrafındakiler müritleri imişler intibasını benim gözümde  uyandırmıştır.
 
70li yılların başında, Berkeley’de öğrencilik yıllarımda Ankara Fizik ekolünden Namık Kemal Pak'la tanışmıştım. Baktım Fizik bilgisi ve tutkusu ben ODTÜ'lüyü aşıyor. Kendisi itiraf etmese de, sonraki yıllarda anladım ki bunun kaynağı Burhan Hoca olmalı.. 
 
BCU2
Burhan Hoca ile Yılmaz Akyıldız, Datça.
İÜ Fizik lisansı ardından Ankara'da Burhan Hoca'nın bir sene Kuantum Dersi'nin asistanlığını yapmış Recep Avcı der ki “Burhan Hoca Türkiye'nin Feynman’ı dır!” Bunu kendisine söylediğimde “Recep Bey tevazu göstermiş” dedi.
 
Maide Oruç’un söyleşisinden:
Ben 1966’da döndüğümde yönetmelik çıkmıştı. Muhtemelen 1965 yılında. Fizikçi Burhan Cahit Ünal, ciddi doktora yaptıran iyi bir teorik fizikçimizdir. Askeri Baran ve Zekeriya Aydın onun öğrencileri arasındadır. 12 Mart 1971 de 13 gün gözaltına alındım. İstanbul’ da Elrom (İsrail`in İstanbul konsolosu) diye biri varmış, onu ben veya benim dahil olduğum çete öldürmüş. Kim o Elrom dedim. Bilmiyor musun öldürdüğün adamı, dediler. Yani biz şikayet edildik. 13 gün orada kaldık, sonra da serbest bırakıldık. Herhangi bir soruşturma ya da mahkeme yok. Evlerimizden alıp götürdüler bizi.
 
Benzer tutuklamayı yaşayan kardeşim Ersan Akyıldız’ın da aynı hapishane anılarından: "Burhan Hoca hapishanede Berkeley Fizik Serileri'nden İstatistiksel Fizik kitabını tercüme etmekle meşguldü." Burhan Hoca ile bu konuyu sohbetlerimizde açtığımda “neden tutukladılar, neden daha sonra sorgusuz sualsiz salıverdiler, hiç anlamadım” demiştir. 
 
BCU3
Burhan Hoca ile Yılmaz Akyıldız, Datça, Haziran 2021.
Yeter Göksu:
"Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi dördüncü sınıftaydık, yıl 1964. Klasik Mekanik, ders programı içinde yoktu, ama Burhan Cahit bunsuz nasıl fizikçi olacaksınız dedi ve bize hafta sonları Goldstein’in kitabını anlattı. Sonunda sınıfta üç kişi  kalmıştık, Zekeriya Aydın, Askeri Baran, bir de ben. O ikisi sonradan Asım Orhan Barut ile çalıştılar, ben de ODTÜ'ye geçtim."
 
Burhan Cahit Ünal nasıl marksist oldu?
Hayatımın en güzel tesadüfü o tarihte Merkez Bankasında Dolar olmamasıdır” demişti. İTÜ'de mühendislik eğitimine yeni başlamışken devlet bursu ile yabancı ülkelerde üniversite eğitimi sınavına girer ve ABD'de okumak için burs kazanır. Fakat devletin o ara kasasında dolar yoktur, Fransız Frank'ı vardır. “Gel seni Amerika’ya değil de Fransa'ya gönderelim” derler. “Amerika'ya gitseydim marxizmle tanışamazdım ve bu benim için çok büyük bir kayıp olurdu” demiştir. 
 
Kendisi çok iyi bir kızlar babası olup para-pul, karı-kız gibi dünyevi işlerle hiç ilgilenmemiş, o sadece bilginin ve bilimin peşinden koşmuş birisidir... Kitaplığını ziyaret ederseniz nasıl bir arşivci olduğunu da görürsünüz. 
 
Cahit Arf gibi Burhan Hoca da düşüncelerini el yazısı ile kağıda geçirmiştir. Her iki hocamızın da kendilerine mahsus güzel el yazıları vardı. Burhan Hoca'nın el yazılı çalışmalarının büyük bir kısmının kopyaları herkese açık olan BCÜ Arşivimde bulunmaktadır.
Onlara baktığımda gözüme çarpanlar:
Kafasını daha çok Ortadoğu'nun geri kalmışlığına ve bunun nedenlerini, elbette marxist açıdan, bulmaya çalışmış, çözüm yolları aramıştır:
  • Tek Tanrılı Dinlerin Kaderi
  • İslam Felsefesi
  • İhwan al-Safa 
  • Sünni Kelamı
  • İslam Bilim ve Felsefesi neden durdu? 
  • Mu’tazila’nın Siyasi Tarihi
  • Mu’tazilizm
 
Kayıtlı Sohbetlerimizden de anlaşılacağı gibi Burhan Hoca'nın 3 temel ilkesi vardı: Bilim, Felsefe ve Demokrasi… Ortadoğu'da demokrasinin maalesef yerleşemeyeceğini Burhan Hoca açıkça izah etmiştir. 
Mu’tazilizm, “missed opportunities”, (kaçırılmış fırsatlar) üzerinde çok çalıştığı ve düşündüğü kanaatindeyim. Benzer kaçırılmış fırsatı Mustafa Kemal için de şöyle ifade etmiştir: “Batıda eğitim görmüş, Osmanlı aristokrasisinden ve zenginlerinden de olsa, memlekete solcu fikirlerle dönmüş gençleri Mustafa Kemal harcayarak çok büyük bir yanlış yaptı.
 
BCU4
Burhan Hoca Tunus'da İmed Chihi ile beraber.
Burhan Hoca bu konudaki düşüncelerini şu yazısında bütün açıklığı ile dile getirmiştir: Bilim ve Felsefe Aktarımları
Çok mühim olduğuna inandığım bu makalesindeki şu görüşlerini tekrarlamadan yapamayacağım: 
... Mütevekkil sonrası akılcılığı yadsıyan bu ideoloji, Müslüman dünyasını bin yıldır, düşünmekten, bilim ve felsefeden uzak tutmuştur. Kopernik, Kepler ve Galileo ile başlayan deprem Hıristiyan Dünyası'nı sarsarken o Dünya'yı bugünkü durumuna getiren gelişmeleri başlatırken, Osmanlı sarayı ve medresesi bu gelişmelere kapılarını sımsıkı kapatır. 19. yüzyılda Hristiyan Dünya Sanayi Devrimi'ni gerçekleştirildiğinde, Osmanlılar da ona karşı bilimsiz teknoloji stratejisini uygulamakla yetinirler.

Acaba Türkiye Cumhuriyeti ne yaptı?

Jön Türkler, Fransız Devrimi'nin Restauration süzgecinden geçmiş ilkelerini alıp Türkiye'ye aktarırlar. Bu ilkeler İttihat Terakki'nin programını oluşturur. Mustafa Kemal, bu programı düzeltir, ırkçılığından arındırır ve meşrutiyet istemini cumhuriyete dönüştürür; Türkiye'yi Osmanlı aristokrasisinden kurtarır ve yeni programın gerektirdiği reformları yapar. Ne yazık ki 19. yüzyıl Restauration Fransa'sında alınıp geliştirilen bu düşünce aktarımı, kaynağı ve alıcılarının doğası gereği, yukarıda gördüğümüz bilim ve felsefe aktarımları önünde yüzeysel kalır ve aydınlanma felsefesi düzeyine ulaşamaz. Bu aktarım halkı etkileyen, onu Osmanlı istibdadına karşı ayağa kaldıran derin bir ideoloji olamaz. Osmanlı felsefe ve düşüncesinin köklü bir eleştirisi yapılamaz. Bu nedenle, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra gelen iktidarlar Atatürk reformlarını yıkmaya başladıklarında, halkın caydırıcı bir tepkisiyle karşılaşmazlar. Günümüzün neo-müslüman hareketleri, her şeyden önce, bu iktidarların stratejik kararlarının sonucudur. Dincilik burjuvazinin sigortasıdır!

İşte bilim ve felsefemizin düzeyi bizi şaşırtmamalı; Cumhuriyet, Osmanlı ve Selçuklu dönemlerinde acıklı bir süreklilik gösteren bilimsizlik ve felsefesizlik, bilinçli bir Devlet stratejisinin sonucudur. Eğitim ve araştırma kurumları, bilimsiz teknoloji stratejisinin gereksinimine uygun biçimde çalışırlar (*). Yeni Bilimler Akademisi TÜBA bile, mühendis ve tıp doktorlarının elindedir. Çünkü doğa bilimleri (fizik, kimya ve biyoloji) ile bu bilimlerin uygulamaları (teknoloji ve ve tıp) arasındaki temel ayrım ülkemizde henüz gerçekleşmemiştir." 
(*) Yavuz Nutku: Türkiye'de herhangi bir kurumun ömrü bir köpek ömrü kadardır!
(Prof. Dr. Yeter Göksu'ya teşekkürleriyle Prof. Dr. Yılmaz Akyıldız).
 
––––––––––––
 

AÜ Fen Faküitesi’nde teorik fiziğin kurucusu olarak anılması gerekir. Zekeriya Aydın ve Askeri Baran’ın yetişmelerinde büyük katkısı olmuştur. Demokrasi kahramanıdır. Asım Barut ile “Crossing Symmetry in Hadron Physics” konusunda tanınmış, çok değerli bir fizikçimizdir. (Prof. Dr. Mehmet Koca).

––––––––––––

Mr. Ünal was a memorable professor. He had a fantastic aura of wisdom and kindness. (Prof. Dr. İmed Chihi)

––––––––––––

Kendisinden, Lisans ve Lisansüstü düzeyde dört-beş ders almıştım. Fizikte deneyin önemini vurgulardı; sezgiye dayalı yorum yapmamıza çok önem verirdi. Her zaman rahmetle anacağımız bir insandı... (Prof. Dr. Hanaslı Gür)

––––––––––––

Benim için 60 yıllık hocalık, ağabeylik, dostluk... onu hiç unutmayacağız. (Prof. Dr. Zekeriya Aydın)