Cavid Erginsoy, 1924 yılında doğdu. 1942 yılında Galatasaray Lisesi'ni, 1946 yılında da Londra Üniversitesi, Elektrik Mühendisliği Bölümü'nü bitirdi ve 1952 yılında da bu üniversiteden, fen doktoru ünvanını aldı.
Cavid Erginsoy daha sonra Türkiye'ye dönerek, 1954 – 58 yılları arasında Etibank'ta çalıştı ve bu arada, 1956 – 57 yıllarında, AEK Bilimsel Danışma Kurulu Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı. Cavid Erginsoy bu çalışmaları sırasında AEK'in, İstanbul Küçükçekmece'deki ÇNAEM, daha sonra kurulan ve Türkiye'nin ilk araştırma reaktörü olan TR-1 Reaktörü'nün ön projesini hazırlamıştır.
Cavid Erginsoy 1957 – 58 yıllarında, ODTÜ ve İTÜ'de kısa bir süre öğretim üyesi olarak görev yaptıktan sonra, 1958 yılında IAEA'nın Viyana'daki Reaktör Bölümü'ne gitti ve burada 1962 yılına kadar çalıştı. 1962 – 67 yılları arasında ise BNL'de, uzman araştırmacı olarak bilimsel çalışmalar yaptı.
1967 yılında Türkiye'ye dönen Cavid Erginsoy, yeniden ODTÜ, Fen Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak göreve başladı ve kısa bir süre sonra bu fakültenin dekanlığına atandı. ODTÜ'deki bu görevleri sırasında, TÜBİTAK üyeliğine seçildi.
Cavid Erginsoy'un bilimsel çalışmaları, katıhal fiziği alanında yoğunlaşmıştır. Bu alandaki çalışmalarının ilk adımı, yarı-iletkenler konusundaki doktora çalışmasıdır. Bu çalışmaları sırasında konunun kuramsal yönüyle de ilgilenen Cavit Erginsoy kuvantum mekaniğini, yarı-iletkenlerdeki yük taşıyıcılarının yabancı atomlardan saçılmasına uygulayarak, bu olayı açıklayan ve kendi adıyla anılan saçılma bağıntısı’nın, BNL'deki çalışmaları sırasında da, yüklü parçacıkların kristal yapılardan geçişleri sırasındaki davranışlarını açıklayan, kanallaşma kuramı’nı ortaya koydu. Bu çalışmalar, katıhal fiziğinde, yeni araştırma konularının ortaya çıkmasını sağladı. Cavid Erginsoy, uluslararası düzeyde yayınlanmış 21 makalesi ve özellikle kanallaşma kuramı nedeniyle 1967 yılında, ölümünden kısa bir süre önce, TÜBİTAK bilim ödülünü aldı.
Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi girişi. |
Türkiye'yi NATO Bilim Konseyi'nde de temsil eden Cavid Erginsoy, ODTÜ ve TÜBİTAK'taki görevlerini sürdürdüğü sırada, 1967 yılında, çok erken yaşta aramızdan ayrıldı.
Prof. Dr. Erginsoy'un Türkiye'de ve dünyada bilim ve teknolojinin gelişmesine olan katkılarına bir şükran borcu olarak TAEK, ÇNAEM Fizik Bölümü'ne onun adı verilmiştir. Cavid Erginsoy'un kısa bir özgeçmişi, bölümün girişindeki bir taş yazma üzerinde bulunmaktadır [Murat Dirican, Bilim & Teknik, Sayı 362 (Ocak 1998) 82]. (Prof. Dr. Ali Girgin)
––––––––––
Cavit Erginsoy'un kabri, küp şeklinde dört tonluk yeşil bir granit kaya parçasından ibaretti. Bu anıt, taze çimeni çerçeveleyen ince bir beton duvar üzerinde dengede duruyordu. Rektörümüz Kemal Kurdaş dörtgen şeklindeki çimenin bir köşesine bir servi ağacı dikti.
Mimarın da düşündüğü gibi yeşil granit Cavid'in özünün ağırlığını ve ciddiyetini temsil ediyordu. Anıtın sade hatları şahsiyetinin sadeliğini ve tevazuunu yansıtıyordu. Taşın dengesi Cavid'in hayatındaki ve iş alemindeki dengeyi ifade ediyordu. Cavid sadece bir bilim adamı değildi. Kültürü ile bilim ve hümanizma arasında bir denge kurmasını bilmişti, işte onun hümanist, sanatsever, insan tarafını bu taze, yumuşak çimende ve onu süsleyen çiçeklerde görmek kabildi. Servi ağacı da onun Türkiye'de dikmek istediği bilim aşkı ve bilim zihniyetidir. Böylece, Ankara taşları içinde bir bahçe, dengeli bir taş ve ince bir ağaç, Cavid'in müstesna kişiliğine adeta yeniden can vermiş oluyordu [Feza Gürsey, Bilim & Teknik, Sayı 3 (Ocak 1968) 6; ibid., Sayı 15 (Ocak 1969) 16].
––––––––––
Türkiye'nin ilk katıhal fizikçisi Cavid Erginsoy'un çocukluk ve gençlik yıllarına ait bazı notlar.
Cavid 1924 Mayıs’ında babasının görevli olduğu Ankara'da doğmuş. Ancak bir süre sonra annesi ağır bir sıtmaya yakalanınca İstanbul'a taşınmışlar. Erken çocukluğu Cihangir'de anneanne, dede, dayı, yenge ve kuzinlerle birlikte oturdukları üç katlı bir konakta geçmiş, ilk anıları bu büyük ve kalabalık eve aitdi. Ablası, dayı kızları ve evdeki yardımcıların çocuklarından oluşan bir afacanlar grubu, alt kattan üst kata, odadan odaya, koşmaca, saklambaç gibi oyunlar oynayarak evin altını üstüne getirirmiş. Annesi Fitnat Hanım Cavid'in daha o yıllarda diğer çocuklardan farklı olduğunu gözlemlemiş. Onca çocuktan yalnızca biri, en küçükleri olan dört yaşındaki Cavid, arada bir oyunu bırakıp, hasta annesinin odasına koşar “İyi misin?" diye hatırını sorarmış; içi rahat edince de gene arkadaşlarının yanma dönermiş. Cavid Ankara'da görevi başında kalan, ancak arada bir ailesini görmeye gelebilen asker babasını da çok özlermiş. Ne zaman arkadaşları "Bugün ne oynasak?" deseler, Cavid hemen "trencilik oynayalım, Ankara'ya babama gidelim," dermiş. Cavid'in ailesine ve akrabalarına çok düşkün olmasını, çocukluğunu kalabalık ve sevecen bir aile ortamında geçirmesine bağlıyorum.
Cavid beş yaşına geldiğinde, babasının jandarma yasaları konusunda araştırma yapmak üzere gönderildiği İtalya'ya gitmişler. Venedik'te oturdukları iki yılda, Cavid hem İtalyanca, hem Türkçe okuma yazma öğrenmiş. Aile fırsat buldukça İtalya içinde gezilere çıkar, sık sık Roma ve Floransa'ya giderlermiş. Cavid bu gezilerde ilk kez Roma dönemi kalıntılarıyla, güzel binalarla, müzelerle, kiliselerle, heykellerle, duvar resimleriyle tanışmış. Estetik duygusunun gelişmesinde ve daha sonraki yıllarda sanatın her dalına yoğun ilgi göstermesinde, İtalya'da geçirdikleri yılların büyük etkisinin olduğunu düşünüyorum.
Londra'da üniversite ve doktora eğitimi gördüğü yıllarda (1943 – 52), hemen her yaz tatilini Floransa ya da Siena'daki öğrenci hostellerinde kalarak geçirir, hayran olduğu Rönesans dönemi eserlerini tekrar tekrar görmekten büyük mutluluk duyarmış. Ancak Cavid'in asıl büyük aşkı, masal şehir dediği, tutku ve nostalji ile bağlı olduğu Venedik'ti. Viyana'da IAEA'da görevli olduğu yıllarda (1958 – 62), ne zaman bir kaç günlük bir tatil olsa, gece trenine atlar Venedik'e giderdik. Yaz tatillerimizi de Venedik yakınındaki bir sahil kasabası olan Pineta'da geçirirdik. Cavid İtalyanca'yı tamamen unutmamıştı, belki de ilkokuldan itibaren Galatasaray Lisesi'nde öğrendiği Fransızca'nın da yardımı ile biraz konuşabiliyordu. Trenden iner inmez bir Il Tempo alır, günün haberlerini okuyup bana aktarırdı. Cavid'in yabancı dilleri çok çabuk öğrenme yeteneği vardı. Avusturya'ya gittiğimizde, ikimiz de hemen Almanca dersleri almaya başladık. Kısa bir süre sonra, ben daha gramerle boğuşurken, Cavid Almanca romanlar okuyabilecek düzeye gelmişti. Ajansın açtığı Rusça kurslarında da kurs birincisi olmuştu.
Kendisinden iki yaş büyük olan ablası Hale (Ozansoy), Cavid'in yaşamında bir abladan çok bir arkadaştı. |
Erginsoylar İtalya'dan Ankara'ya döndüklerinde, yedi yaşındaki Cavid Galatasaray'ın ilk kısmına, doğrudan ikinci sınıfa yatılı olarak yazdırılır. Galatasaray'da geçirdiği on bir yılın (1931 – 42), Cavid'in kültürel gelişimine önemli katkısı olduğu anlaşılıyor. Lise yıllarında gerek Türk, gerek Fransız edebiyatına olan ilgisini gözlemleyen öğretmenleri, onu okulun kitaplık sorumlusu yapmışlar; böylece bol bol klasik ve çağdaş edebiyat eserlerini okuma fırsatı bulmuş.
Cavid özellikle şiir severdi, İngiltere'deki öğrencilik yıllarında, yakın arkadaşları olan Can Yücel ve Bülent Ecevit'le arada bir buluşup, çeşitli şairlerden şiirler okurlarmış. O yıllarda Ahmet Haşim ve Fazıl Hüsnü Dağlarca Cavid'in en beğendiği Türk şairleri imiş. Dağlarca'yla bir kaç kez mektuplaşmışlar, hatta kendisini Türk Öğrenci Derneği adına Londra'ya davet etmiş.
Cavid'in şiir çevirileri de vardır. Ahmet Haşim'den O Belde’yi İngilizce'ye; T. S. Elliot, W. H. Auden, Ezra Pound gibi İngiliz şairlerinin şiirlerini de Türkçe'ye çevirmiş. Bu çeviriler Vatan gazetesinin Sanat Sayfası'nda yayınlanmış.
Cavid'in diğer merakları arasında müzik ve tiyatro önemli bir yer tutuyor. Londra'da savaş yıllarında bile konserlere ve tiyatrolara gitme olanağı buluyor. Bir Shakespeare hayranı olan Cavid, Hamlet'i hem Laurence Olivier'den, hem de Alec Guinness'den izlediğini, Guinness'in yorumundan daha çok etkilendiğini söylerdi. En büyük hayali, emekli olduktan sonra, bir mandalina bahçesindeki evinde Hamlet'i manzum olarak Türkçe'ye çevirmekti. Yazık ki gerçekleşemedi.
Londra yıllarında Beethoven Müzik Kulübü üyesi olan Cavid, bu müzisyenin eserlerini daha sık dinleme olanağı buluyor. Beethoven hayranlarıyla buluştukları kulüp toplantılarında, gerek kompozitörlerle, gerek icracılarla ilgili çeşitli tartışmalar yapıyorlar. Cavid’in Beethoven senfonilerini yorumlayan bir dizi konuşması büyük beğeni topluyor.
Oğulları Ömer, Ali ve eşi Ülker Erginsoy ile beraber. |
Cavid klasik batı müziğinde, en çok Barok müziğini, özellikle de Bach'ı severdi. Viyana yıllarında, hemen her hafta 18. yüzyıl oda müziği konserlerine giderdik. Cavid’in çok iyi bir kulağı olduğu ve nota bildiği halde, otuz dört yaşına kadar herhangi bir müzik aleti çalma fırsatı olmamış. Viyana'da bu fırsat eline geçti. Ünlü kompozitör Cerha'nın eşinden recorder (= blok flüt) dersleri almaya başladı ve bir kaç yıl içinde dostlarımıza ufak parçalar çalabilecek kadar müziğini ilerletti.
Cavid Galatasaray Lisesi'ni bitirdikten sonra İTÜ, Elektrik Mühendisliği bölümünde eğitime başlamış. Bir yandan da Avrupa üniversitelerinin burs sınavlarına girmiş. Londra Üniversitesi'nden olumlu yanıt gelince, 1943 yılında, İkinci Dünya Savaşı'nın en yoğun olduğu bir dönemde, burs kazanan diğer yedi öğrenci ile birlikte, İngiltere'ye doğru yola çıkmışlar. Savaş nedeniyle Avrupa ve Akdeniz'deki yollar kapalı olduğundan, Halep üzerinden Mısır'a geçip, Kahire'de piramitleri de gördükten sonra, Port Said’den İngiliz filosuna ait bir savaş gemisine binmişler. Daha sonra Kızıldeniz'den Hint Okyanus'una çıkıp, Afrika'nın çevresini dolaşarak üç buçuk ayda İngiltere'ye varabilmişler. Japon denizaltılarının cirit attığı, her an torpillenebilecekleri bu tehlikeli denizlerde, daha çok geceleri yol alıyor, arada bir karaya da çıkıyorlarmış. Ancak sansür nedeniyle, evlerine yolladıkları mektuplarda nerede olduklarını bildirmeleri yasakmış. Tehlikeli olduğu kadar eğlenceli ve öğretici olan, iki kere ekvatoru geçtikleri bu uzun yolculukta Zanzibar'ı, Zululand'ı ve Johannesburg, Cape Town gibi büyük kentleri gezme fırsatı bulmuşlar. Zanzibar'da başka bir savaş gemisine aktarılmak üzere iki hafta kadar bekletilmişler. Bu sürede, çevreyi gezmek için o ülkedeki yegane araç olan, beygir yerine Afrikalı delikanlıların çektiği iki tekerlekli rikşalara binmek zorunda kalmışlar. Bir insana kendini taşıttırmak, siyah insanın sömürüldüğünü, aşağılandığını görmek Cavid’e çok ağır gelmiş. Yıllar sonra bile rikşa gezintilerini pişmanlıkla ve üzülerek hatırlardı.
İngiliz savaş gemisinin çok ciddi kuralları varmış. Gece karartmaya uymak, sekiz kişilik ranzalı kamarada, aşırı sıcağa karşın, can yelekleri giyerek yatmak zorundalarmış. Bir ay kadar yatak çarşafları hiç değişmeyince, bir sabah bütün çarşafları toplayıp kamaranın ortasına yığmışlar. Yazık ki bu davranışları isyan olarak algılanmış ve kendilerine varacakları ilk limanda gemiden indirilecekleri bildirilmiş. Tabii çok korkmuşlar, kötü bir niyetleri olmadığını, düşüncesiz davrandıklarını kabul ederek kaptandan af dilemişler. Sonuçta, yere attıkları kirli çarşafları tekrar yataklarına sermek kaydıyla, bağışlanmışlar, ilk kez savaş koşullarının ciddiyetini ve ne kadar disiplin gerektirdiğini anlamışlar.
İngiltere'ye vardıklarında, sekiz arkadaş çeşitli kentlerdeki üniversitelere dağılmışlar. Cavid'in İngilizcesi yeterli bulunduğundan, hazırlık sınıfını atlayarak, doğrudan Londra Üniversitesi, Kings College Elektrik Mühendisliği bölümüne girmiş. 1943 yılında Londra'da yiyecekler karneye bağlı imiş. Cavid gıda kuponlarını evinde kaldığı pansiyoncu hanıma verir, son derece düzgün ve dürüst bir şekilde işleyen bu sistem sayesinde, hakkı olan yiyecekleri eksiksiz alırmış.
Sık sık bombalanan Londra'da halk, büyük bir dayanışma örneği gösterir; evlerde, sokaklarda, sığınaklarda birbirlerine olabildiğince yardım ederlermiş.
Yaz tatillerinde bütün üniversite öğrencilerinin fabrikalarda çalışması zorunluymuş. Cavid Manchester civarındaki bir bobin fabrikasına gönderilmiş. Aşırı kalabalık nedeniyle kasabada yatacak bir yer bulunamadığından, gece vardiyasında çalışan başka bir öğrenciyle dönüşümlü olarak yatağını paylaşmak zorunda kalmış.
Bombalar altında geçen savaş yıllarına ve savaş sonrasının çeşitli zorluklarına karşın, İngiltere'de yaşadığı, iki üniversite bitirip doktora yaptığı uzun yılların, iyi bir eğitim almış olmasının yanı sıra, Cavid'in yaşamı ciddiye alan olgun bir kişilik geliştirmesinde de büyük rolü olduğunu düşünüyorum.
Elektrik mühendisliği diplomasını alıp, bir süre Kennedy and Duncan firmasında çalıştıktan sonra, asıl isteğinin fizik dalında bilimsel araştırmalar yapmak olduğuna karar vermiş. British Council'den sağladığı bir bursla Queen Mary College'da katıhal fiziği çalışmalarına başlamış ve 1952 yılında yarıiletkenler konusundaki doktorasını tamamlayarak Türkiye'ye dönmüş. Cavid fizikle uğraşmaktan büyük doyum aldığını, sevdiği bir işi yaptığı için de çok mutlu bir insan olduğunu söylerdi, işinde çalışkan ve titiz, evinde sevecen bir eş ve çocuklarına harika bir babaydı, ileriye hep ümitle bakan pozitif bir karakter yapısı vardı. Çok yönlü, çok renkli bir kişiliğe sahip olan Cavid’in diğer bir özelliği de son derece alçak gönüllü olmasıydı.
Bu bir kaç sayfada Cavid'in çocukluk ve gençlik anılarına, çeşitli yeteneklerine, bilim dışında ilgi duyduğu alanlara kısaca değinmeye çalıştım. Notlarımı, 1952 yılında yazdığı, onun yaşam felsefesini çok iyi özetleyen bir koşması (Anadolu Halk şiiri) ile noktalıyorum. (Ülker Erginsoy, Temmuz 2005 [Dr. Ülker Erginsoy'a Yeter Göksu, Ayşe Öktem, Ahmet Say yoluyla Bodrum'daki tatili sırasında ulaştım.])
Koşma
Ömür yolu arpa boyu Yürü yürü tükenir mi Kılavuz göstermiş köyü Baka baka görünür mü
| Kalbinin rengini göster Kardeşlerin görmek ister Yolcusun sen ipek astar Kefen ile giyilir mi
|
Kaf Dağının ardındadır Bir ak kuşun yurdundadır Herkes onun derdindedir O herkesten sorulur mu
| Cavid bir işin olmalı Dikili taşın kalmalı Yanında eşin gelmeli Bu yol yalnız yürünür mü
|
Bir kere çıktın bu yola Yas tutma yağmura sele Kalbinde güneşlik ola Yoksa kuru kalınır mı | Cavid Erginsoy
|