Sait Akpınar 28 Mart 1913 tarihinde İstanbul'da doğar. Babası kumaş ve fes imal edilen Feshane-i Amire’nin imamı Yahya Efendi'dir. Osmanlı İmparatorluğu son günlerini yaşarken, bir yıl sonra Birinci Dünya Savaşı başlar. Henüz çok küçük olmasına rağmen Sait Akpınar'm ilk hatırladıkları savaşa ait anılardır: "... uçakları hatırlıyorum. Uçaklar İstanbul üzerine geldiği zaman, evde bir telaş, olurdu. Annemiz beni kardeşimle birlikte evimizin alt katına saklardı ..."
Sait Akpınar, 1937 yılında Göttingen'de Fahri Domaniç, Cahit Arf ve diğer arkadaşlarıyla. |
Sait Akpınar, 1920 yılında ilkokula başlar. Okul, Hekim Kutbuddin adında bir mahalle mektebidir. "O yaşlarda ben, en modern çekirdek fiziği araştırma metodlarından birini kullanarak annemin saatini incelemiştim. Annemin altın, üzeri mineli, pırıl pırıl bir kol saati vardı. Saat evde çekmecede dururdu . . . Bahçede üzerinde ceviz kırdığımız yüksek bir taş vardı . . . saatin içinden çarklar çıktı. Evvela, içinde bir şeyler oynuyordu, sonra onlar da durdu. Bir ara “cizzt" diye bir ses çıktı, saatin yayı boşalmıştı. Sonra herşey bitti. Bilirsiniz, çekirdek fiziğinde hızlandırıcılar kullanılır; bunların hepsinin metodu benim kullandığım metodun aynısıdır.''
Sait Akpınar’ın on yaşına girdiği yıl Cumhuriyet ilan edilir ve bütün mahalle mektepleri kapatılır. Yeni açılan, evlerine en yakın ilkokula kayıt olmak için giden Akpınar'a, okulda yer olmadığı için biraz beklemesi söylenir: “Yine de senin kaydını yapalım, yakında Defterdar’da, Balıkhane Nazırı'nın konağında okul açılacak, oraya gidersin." Birkaç ay sonra, okulun açılmasıyla, öğrenimine yeniden başlayan Akpınar, daha önce beşinci sınıfa gelmiş olmasına rağmen okulda ikinci sınıfa kadar ders açıldığı için ikinci sınıftan devam eder. Bu arada Yahya Efendi, feshane fabrikasında beraber çalıştıkları ve Fransa'da eğitim görmüş bir tekstil mühendisi olan Cevat Bey'den oğluna Fransızca dersleri vermesini ister. "Feshane fabrikası, Haliç'te deniz kenarındaydı. Cevat Bey odasına geldiği zamanlar ders yapardık. Gelmediği zamanlarda ise ben çok sevinirdim: fabrikanın içinde dolaşmaya, çıkardım çünkü. Babam oranın imamı olduğu için bana ses çıkarmazlardı; ben de bir şeyler keşfetmeye çalışırdım. En çok da fabrikanın düdüğünün nerede olduğunu keşfetmek isterdim."
Sait Akpınar’ın fiziğe ilgi duymaya başlaması ise ilginç bir rastlantıyla olur: "Bir gün annem beni bir şeyler almam için aktara gönderdi. Aktar, yanında, duran kitaptan bir sayfa, kopardı, onu külah yaptı ve aldıklarımı bunun içine koydu. Bizim evde okumak için yalnızca babamın kitapları vardı; onların da kimisi Arapça, kimisi Farsça'ydı. Ben ara sıra onlara bakardım ama hoşuma giden bir şeyler göremezdim. Eve gelen kesekağıtları hep gazeteden yapılırdı, onları açar okurdum. Aktardan döndükten sonra ben o külahı da açıp okudum. O kadar enteresan şeyler yazıyordu ki . . . Enerji diye bir şey tarif ediyordu: Isı enerjisi vardır, elektrik enerjisi vardır . . . Gittim aktardan kitabı aldım ve eve geldim. Aman yarabbi! O enerjilerin birbirine nasıl dönüştüğü, sorup tecrübe etmek istediğim ama tecrübe edemediğim bilgilerin hepsi vardı. Kitabın ne başı ne sonu belliydi. Yalnız bir sayfasının başında hikmet-i tabiyye diye bir yazı vardı. Eskiden fiziğe böyle derlermiş."
Sait Akpınar, 1950 yılında laboratuarında yeni geliştirdiği bir aygıtı incelerken. |
1927 yılında ilkokulu bitiren Sait Akpınar, 1930 yılında Eyüp Ortaokulu'ndan mezun olur ve ilk öğrencilerinden biri olduğu Pertevniyal Lisesi’ne başlar. Bu yıllarda Fransızca öğretmeni Nurullah Ataç'tır. Akpınar’ın çok iyi Fransızca bildiğini gören Ataç, ona bol bol Fransızca kitap okumasını ve Almanca öğrenmesini önerir. Bunun üzerine Akpınar, sonraları Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde profesör olan Christinus adlı bir Avusturyalı'dan Almanca dersleri almaya başlar.
Sait Akpınar’ın üniversiteye başladığı yıl olan 1933, üniversite reformunun yapıldığı yıldır. Elektrik ve elektronik Akpınar’ın ilgisini çekmektedir ve İÜ, Elektronik Bölümü’ne başlar. Bir yıl sonra. Maarif Vekaleti'nin bursunu, yani Avrupa imtihanını kazanıp devlet bursu alarak Almanya'ya, Goethe Üniversitesi'ne gitmesini de bu elektronik merakına borçludur: “İstanbul'da 1926 yılında ilk radyo kurulduğu zaman ben radyo yapmayı öğrendim. Kendime yaptığım gibi başkalarına da yapardım. İTÜ'de okutulan kalın bir kitap vardı. Abbas adında bir arkadaşımla bu konuları sürekli konuşur tartışırdık. Okulda yabancı hocalar vardı. Von Mises adlı bir Alman matematik hocamız vardı [Richard von Mises (1882 – 1953). Bakınız: http://en.wikipedia.org/wiki/Richard_von_Mises].Von Mises Alman olmasına rağmen Fransızca konuşurdu ve okuldaki bazı doçentler söylediklerini bize tercüme ederlerdi; Ratip Berker ve Cahil Arf bunlardandı.
Bir ders beni okumaktan neredeyse alıkoyacaktı: teknik resim. Teknik resim dersinde bazı makine parçaları masanın üzerine konulur ve bunların şekilleri çizilirdi, ben de gayet güzel çizerdim. Fakat sonra, 'teknik resmi mürekkeple yapacaksınız, hepinizin de bir pergel takımı olacak' dendi. Pergel takımı yirmibeş lira, babamın maaşı onbeş lira. 'Ben bunu babama söyleyemem,' dedim kendi kendime, onun için bu tahsili bırakmak lazım. Ben böyle kararsızlık içindeyken eve bir mektup geldi: 'Siz Avrupa imtihanını kazandınız. İstanbul Maarif Müdürlüğüne müracat ediniz.’ Adeta havalara uçtum ve kısa sürede işlerimi hallettim. 1934 başında sekiz kişi Berlin'deydik. Sınavdaki bir soruyu iyi cevaplandırmıştım: 'Radyo nedir, nasıl çalışır?' Sanırım o soru sayesinde ben sınavı kazanmıştım." Sait Akpınar, Pertevniyal Lisesi'nde bir yıl Almanca okuduğu için, Almanca'ya yabancı değildir. Bir süre sonra Almanca öğrenmeyi bırakır ve İngilizce dersleri alır. 1934 yılının Eylül aynıda dil öğrenimini tamamlayan Akpınar, fizik, kimya, ve matematik öğrenimine başlamak için Frankfurt'a gelir. Goethe Üniversitesi’ndeki öğrenimini sürdürdüğü sıralarda Almanya'da başlayan Yahudi aleyhtarı tutum, üniversitedeki birçok bilim adamının yurtdışına, bu arada Türkiye'ye kaçmasıyla sonuçlanır. Bu durumdan Goethe Üniversitesi de etkilenmiştir. Öyle ki üniversitenin matematik bölümünde bir tek hoca kalmıştır, o da bir doçenttir. Bir gün, öğretim görevlilerinden bir fizik asistanı Akpınar'a 'Bütün iyi hocalar İstanbul'da. Sen niye buraya geldin?' der. Bu durum karşısında Akpınar, Almanya'da fiziğin en iyi okutulduğu Göttingen'e gitmeğe karar verir ve 1937'de Göttingen'e geçer. Burada Prof. Dr. R.W. Pohl ile yürüttüğü doktora çalışmasını 1940 yılında tamamlar.
"Ben 1938 yılında doktora çalışmamın laboratuar kısmını tamamlamıştım. Bir süre dinlenelim, diye iki arkadaşımla seyahate çıkmaya karar verdik: motosikletlerimizle Karaormanlar'a gittik. Bir gün bir yerde oturmuş bira içerken, 18 Ağustos'tu, yanımda oturan adamla ahbaplık ediyorduk. Bir ara, bana 'Bu yaptıkları domuzluk değil mi?' dedi ve cebinden çıkardığı kırmızı bir kağıdı masanın altından bana gösterdi: savaş emri yazıyordu kağıtta, 1 Eylül için adamın celp emriydi. Böylece İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcını öğrenmiş olduk."
Sait Akpınar 1939 Ağustosunun sonunda Türkiye'ye döner. Bir yandan tezini yazmakta bir yandan da Almanya'ya dönüp sınava girebilmek için izin beklemektedir. Bu tarihlerde Prof. Kerim Erim ve İTÜ'den Prof. Salih Murat ile birlikte çalışma teklifleri alır. Ancak o, Almanya'dan gelen Harry Dember'in yanında, FF'nde kalmaya karar verir. O günlerde Polonya savaşı biter ve Akpınar'a Almanya'ya gidiş izni çıkar. 29 Şubat 1940'ta doktorasını alan Akpınar. Mayıs başında yurda döner. Bir yıl sonra Akpınar askere çağrılır. Gaziemir'deki yedeksubay okulunda 4 ay kaldıktan sonra Ankara'ya gelir ve muhabereci olur. Bir ay Başbakanlık Muhabere Taburu'nda kalan Akpınar, Genelkurmay'a alınır. İkinci Dünya Savaşı’nın en yoğun olduğu günlerdir ve Türkiye'nin de savaşa girme tehlikesi vardır. Bu dönemde Sait Akpınar, Çatalca, Çanakkale ve Kars müstahkem mevkilerinin muhabere planlarını yapar.
Sait Hoca, Nisan 1965’te bir konferans sırasında. |
Akpınar, 1943 yılında terhis olduktan sonra İÜ, FF'nde fizik asistanı olarak çalışmaya başlar. Buradaki görevi öğrencilere fizik deneylerini göstermektir. Birlikte çalıştığı hocalardan biri, o günlerde İsviçre'den gelmiş olan Prof. Zuber'dir. Eski FF Vezneciler'de, Zeynep Hanım Konağı'ndadır. Bu binanın 1942 yılında yanmasından sonra, yeni bir FF binası yapılır. Sait Akpınar yangından kurtarılan laboratuar gereçleriyle deneyleri hazırlamaya çalışır; kullanılamayacak durumda olanları ise onarması için Toros adlı bir ustaya götürür, ilerde evleneceği eşi Remziye Hanım da bu bolümde asistandır. 1948 yılında evlenen çiftin bir kızları olur.
1948 yılında üniversite doçenti olduktan bir yıl sonra eylemli kadroya geçerek Tecrübî Fizik Enstitüsü'nde görevine devam eder. Sait Akpınar 1956 yılında İÜ ve İTÜ'den dörder kişinin katılımıyla kurulan müşterek bir reaktör komitesine girer. Bu komitenin amacı Türkiye'de bir nükleer reaktör kurmaktır. 1949 yılında ABD bursu ile Massachusetts Institute of Technology’de nükleer elektronik ve kozmik ışınlar üzerine çalışmalar yapan Akpınar'ın bu konuda oldukça geniş bir bilgi birikimi oluşur. 1955 – 57 yılları arasında Uludağ'da bir fizik laboratuarı kurulması çalışmalarının içine giren Akpınar, burada memleketimizde ve Orta Doğu'nun bu bölgesinde ilk ve tek olan bir mezon teleskobu geliştirir ve uluslararası bir çalışmanın parçası olarak bununla gözlemler yapar.
Buradaki bütçenin yetersiz oluşu, imkansızlıklar yüzünden alınamayan bilimsel malzemeler, çalışmayı olanaksız hale getirdiğinde Sait Akpınar buradan ayrılmaya karar verir. 1956 – 57 yılları arasında Milli Savunma Bakanlığı, İlmi İstişare Kurulu üyeliği de yapar. 1957 yılında profesör kadrosuna atanan Akpınar, 1957 – 61 yılları arasında İÜ, FF'nde ders verir. Bu tarihte 6 ay için ABD'deki Argonne National Laboratory'de Nükleer Reaktörler kursuna katılır ve burada bir süre ders verir.
"Argonne'dan ayrıldıktan sonra Hariciye Vekaleti beni Türkiye'de kurulacak reaktörü yapacak olan fabrikanın daha önce yapmış olduğu bir reaktörü incelemek ve onun üzerinde daha yakından etüd yapmak üzere üç ay süreyle Princeton'a gönderdi. Sonra Hariciye Vekaleti'ne: 'Ben bu işin nasıl yapılacağını Amerikalılar'dan iyice öğrendim. Ama bunu bizim ülkemizin şartlarına uyarlamak kolay değil; çünkü onlar iki durumla karşılaştıklarında kolay ama pahalı olanı tercih ediyorlar, oysa bizim paramız az. Avrupa'dakiler aynı problemleri nasıl çözüyorlar ben bunları öğrenmek için onbeş günlük bir program istiyorum,' dedim. İngiltere, İsveç, Norveç, Fransa ve Almanya'daki nükleer merkezleri gezme fırsatı buldum. Bu geziden sonra Türkiye'ye döndüm."
İstanbul Üniversitesi, Denel Fizik Çay Masası, 1970. Soldan Belkıs Özdoğan, Sait Akpınar, Cavid Ener, Hayati Budak, Mehlika Budak, Nezihe Taşköprülü. (Prof Dr. Mehmet Özdoğan) |
Nükleer reaktör 1961 yılında açılacaktır. Türkiye'ye döndükten sonra Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi'nin (ÇNAEM) kuruluş çalışmalarını yürüten Akpınar, 1962 – 69 yılları arasında bu kuruluşun müdürlüğünü de yapar. Sait Akpınar, aynı yıllarda TÜBİTAK Temel Bilimler Araştırma Gurubu Yürütme Komitesi'nde de görev alır. ÇNAEM'deki görevinden ise Nisan 1969'da Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) Genel Sekreterliği ile anlaşamadığı için istifa eder ve üniversiteye döner. 1983 yılında, emekli oluncaya kadar katıhal fiziği üzerine lisansüstü dersler verir. Bu tarihte TÜBİTAK'ın Gebze'de faaliyet gösteren Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü'nde danışman olarak çalışmaya başlayan Akpınar, bu görevini 1993 yılına kadar sürdürür. 1983 yılında TÜBİTAK Hizmet Ödülünü alır. 11 Mayıs 2003 tarihinde bir trafik kazası sonucu hayatını kaybeder [Gökhan Tok, Bilim ve Teknik 350 (1997) 74 makalesinden uyarlanmıştır].
––––––––––
Uludağ Kozmik Işın Araştırma İstasyonu Açılışı, 1951. Soldan, Adnan Sokollu, Remziye Akpınar, Sait Akpınar, Ramazan, Belkıs Özdoğan, İhsan Özdoğan ve Suha Pamir Gürsey. |
Tecrübi Fizik dersini, FF’nin yeni yapılmış olan konferans salonunda, İsviçreli Prof. Kurt Zuber veriyor: o zaman asistan olan Dr. Sait Akpınar ile Dr. İhsan Özdoğan da ders ile ilgili deneyleri hazırlayıp, Prof. Zuber’in deneyleri göstermesine yardımcı oluyorlardı. Prof. Akpınar'ın meslek yaşamı ülkenin bir bakıma 1930'lardan bu yana olan gidişinin bir göstergesi sanki... ÇNAEM'deki engellemeler, zorluklar, saçmalıklar gittikçe artmış, Prof. Akpınar’ın tüm uğraşılarına karşın araştırmalar azalmaya başlamıştır. Bu işin sonu, Prof. Akpınar’ın 1969 Nisanında Merkez Müdürlüğü’nden istifasından, 1969 Ekiminde de benim Reaktör İşletme Şefliği ve Müdür Vekilliği'nden atılmama kadar varmıştır. (Dr. Ayhan Çilesiz)
––––––––––
1966 – 67 ders yılı benim yaşantımda önemli bir dönüm noktası oldu. Sait Bey'in derslerini dinlemekten çok zevk alıyordum. Konular da ilginç ve heyecan verici idi. Böylece katıhal fiziği üzerine deneysel olarak çalışma fikri bende o tarihlerde başlamış oldu. 1973 yılında doktora çalışmaları için gitmiş olduğum İngiltere'de Sait Bey’in bize sağlamış olduğu altyapı sayesinde derslerle fazla uğraşmama gerek olmadı. Sait Bey cam işleme konusunda büyük bir ustaydı. Laboratuarda tamamen camdan yapmış olduğu vakum sistemleri vardı. Sait Bey'den öğrendiklerimle, altı ay gibi kısa bir sürede deneysel düzeneğimi de kendim kurarak sonuçlar almaya başladım. Başarımda Sait Bey'in payı çok büyüktü! (Prof. Dr. Çetin Arıkan)
––––––––––
1952'de ben ABD'de teorik fizik üzerine doktora yaptıktan sonra döndüm ve AÜ, FF'nde göreve başladım. Yaz sonunda İstanbul'da bir mekanik kongresi olmuştu. Dünyanın ünlü mekanik ve matematik araştırıcılarının geldiği bir toplantıydı. O kongrede ben de yeni doktora çalışmamı anlatmak için bulundum ve İÜ'ndeki fizikçilerle tanışma olanağı buldum. Sait Bey ile o zaman tanıştık. Benim doktora çalışmam kozmik ışınlar üzerinedir; kozmik ışınların elementer parçacıklar alanındaki bir sonucunu hesap etmiştim. O günlerde Sait Akpınar da kozmik ışınlarla ilgileniyordu. Böylece bir işbirliği ortamı doğmuş oldu. Kendisi İÜ'nde olduğu için ben çalışmalarını uzaktan takip ediyordum. O zaman öğrendim ki, ben kendisini daha önce de görmüştüm. Ben o sıralar henüz lise öğrencisiydim. Babam o zamanlar Cumhurbaşkanıydı; birlikte Polatlı Topçu Okulu'na ziyarete gitmiştik. Babam orada yedeksubay öğrencileriyle birlikte yemek yemişti. Masada ben de yanındaydım. Aynı masada okul komutanı, baş yaver, iki de yedeksubay öğrencisi vardı. Sonradan öğrendim ki, o iki öğrenciden biri Sait Akpınar’mış.
Sait Akpınar ile başka bir anım da 1953 yazında, birlikte Avrupa'ya yaptığımız seyehattir. O yıl Fransa'da Alpler üzerinde Chamonix’de Teorik Fizik üzerine bir yaz okulu düzenlenmişti; bugün çok popüler olan yaz okullarının ilkiydi. Sait Akpınar da o yaz İspanya'da Pirene Dağları'nda bulunan Bagneres de Bigorre'a gidecekti. İkimizin de seyahat tarihleri çakışıyordu ve yola beraber çıktık. Yolculuğumuza İstanbul'da başladık; otomobili ben kullanıyordum. Yunanistan'dan geçerken, ıssız bir arazide otomobilden benzin kokusu gelmeye başladı. Ben önce aldırmadım, ama koku artınca durmak zorunda kaldım. Kaputu açınca Sait Bey şöyle bir baktı: "Aa" dedi, "buradan benzin sızıyor." Benzini karburatöre götüren boru delinmiş. Sait Bey, "mesele yok" dedi ve boruyu delik yerinden kesti ve tekrar yerine taktı. Sonra yola devam ettik. Sait Bey yanımda olmasa idi böyle bir arızada ben yolda kalırdım.
Türkiye'ye döndüğümüzde Sait Bey, beni Uludağ'daki kozmik ışınları inceledikleri merkeze götürdü. Kendi Geiger sayaçlarını kendileri yaparlardı. Kırk elli tanesini bir araya getirip teleskop yapmışlardı. Ben orada bir gece kaldım. Sait, Bey'in kendisi gibi fizikçi olan eşi Remziye Hanım bana orayı gezdirmişti. Orada zorluk, eksik parçaları zamanında bulamayışlarıydı. Sait Bey oradan ayrılmak zorunda kaldığında çok üzüldüm [Fotoğraflar Prof. Dr. Çetin Arıkan ile Prof. Dr. Ali Girgin’in katkıları ve Çağdaş Fizik dergisinden alıntı]. (Prof. Dr. Erdal İnönü)
––––––––––
Sait Akpınar, Uludağ'da kurduğu X-ışınları Laboratuarı’nda radyoaktif sağanakları incelemiş ve kozmik ışınların gözlenmesi ve analizi amacıyla, aygıtlar geliştirmiştir (interval analizörü, izomer simülatörü, vb). Akpınar bu laboratuarda, uluslararası düzeyde gözlemler yapmıştır.
ÇNAEM Müdürlüğü görevi sırasında Kimya, Radyoizotop Üretimi, Radyobiyoloji, Reaktör Fiziği, Elektronik ve Sağlık Fiziği Bölümleri'ni kurarak bilimsel çalışmaların başlamasını ve merkezin, uluslararası düzeyde bir araştırma merkezi niteliğine kavuşmasını sağlamıştır.
Sait Akpınar, radyoizotopların tıp alanındaki uygulamalarının Türkiye'deki öncülerindendir. Özellikle tiroid bezinde ortaya çıkan enfeksiyon ve düzensizliklerin neden olduğu hastalıkların tanısında radyoaktif iyot (İ-131) kullanımına yönelik ilk çalışmalar Türkiye'de İÜ, FF, Denel Fizik Kürsüsü'ndeki laboratuarında, Sait Akpınar tarafından başlatılmıştır. Bu çalışmalar sırasında ayrıca, akciğerlerin gözlenmesini sağlamak amacıyla, cıva buharlı lambalar geliştirmiştir.
Sait Akpınar, Türkiye'de gerek fizik biliminin, gerekse fiziğin elektronik, kozmik ışınlar, radyasyon fiziği ve katıhal fiziği alanlarındaki çalışmaların gelişmesine olan katkıları yanında, çağdaş bilim ve teknoloji kurumlarının kurulmasına olan katkıları ve kurumlarda yaptığı etkin görevler nedeniyle 1983 yılında, TÜBİTAK Hizmet Ödülü’yle ödüllendirilmiştir. (Prof. Dr. Ali Girgin, Prof. Dr. K. Gediz Akdeniz)