Tümay Tümer etrafı kolaçan ederken Yavuz ile Avadis iskambil oynuyorlar. ODTÜ, Kasım 1973. |
Dizi filmlerindeki aile öyküleri gibi: Birinci kuşakta Cahit Arf, Erdal İnönü ve Feza Gürsey. Cahit Bey babamın sınıf arkadaşı, ona ‘amca' derdim; Feza Bey benim doktora, Erdal Bey ise doçentlik jürimde idiler. İkinci kuşakta Mehmet Rona ve Hakkı Ögelman vardı. Mehmet bahriyeli kıyafeti ile okula gelir. Hakkı ise gökyüzündeki herşeyi bilirdi; böylece ikisi de beni büyülemişlerdi. Genç kuşak ise Avadis, Ayşe, Meral ve ben. Yavuz işte bu öykünün tam ortasında idi. Cihan, İsmail Hakkı, Meral, Rahmi ve Yeter hikayeyi renklendiren kişilerdi.
Yavuz benden büyük olduğu için ayın sınıfta değildik; Alman Lisesi’nden hayal meyal hatırlıyorum kendisini. Bitirmeden Amerikan okuluna geçti. Yakınlaşmamız 1973 yılının sonbaharını buldu. ODTÜ'nün bahçelerinde yapılan şenliklerde Avedis, Hakkı, Mehmet Orhon, Mehmet Rona, Meral, Sema, Tümay ailece beraber olabiliyorduk.
Sonraki yıllarda beraberliğimiz seyrekleşti. Ancak özel toplantılarda buluşurduk. Yavuz'la yoğun beraberliğimiz Gebze'deki lojmanlarda aynı odada kaldığımız 1988 yılına rastlar. Yavuz'un Caddebostan'daki evine gitmediği, benim de karşıya geçmediğim günlerde akşamlarımızı beraber değerlendirirdik. Marmara Araştırma Merkezi'nde çalışan Çetin, İsmail Hakkı, Rahmi gibi arkadaşlarla Eskihisar’lı dostlarımızla buluşup 'Harb-ı Umumi’ye kadar uzanan balıkçılık serüvenleri dinlerdik. O aylarda ortaklaşa yaptığımız işlerden, Rahmi ile Divanyolu'ndaki kitapçı gezmeleri ve Cihanla örf ve adetlerimiz çerçevesindeki fizik sohbetlerimiz unutulmayan anılardır.
Marmara Araştırma Merkezi hatırası. 13 Ekim 1988. |
O günlerde Yavuz birdenbire ortadan kayboldu; böylece 1988 yılının sonlarına doğru bazı eğitim kuruluşlarını MAM'a tercih ederek Gebze'den ayrıldı.
Yavuz ilerki yıllarda Kandilli’deki Feza Gürsey Enstitüsü'nün başına geçmişti. Bir kez kaloriferciyi arabası ile Yeşilköy'e yollayıp beni uçaktan aldırmıştı. Bu jesti ve enstitü yönetimindeki başarısı beni o kadar etkilemişti ki, 1998 yılında Ankara'da elime geçen tüm menkul değerleri enstitünün seminer odasına iskemle alsın diye Yavuz'a yollamıştım. Ne yazık ki, enstitü o zamandan beri değişik nedenlerle ve değişik kişi ve kuruluşlar tarafından baltalanmaya devam ediyor.
Yavuz gibi bir kişiliğin, bugünkü TÜBİTAK başkanlığına bağlı olarak çalışmaya mecbur olması gündelik bir Türkiye gerçeği. Gerektiğinde inandığı tüm konulardaki tutumu Yavuz'un Türkiye zamanının çok ilerisinde yaşayan bir kişi olmasının bir kanıtıdır. 2005 yılında bizleri kırmayıp arabasıyla Muğla'ya gelmişti; tüm arkadaşlarla sevinç içinde Dünya Fizik Yılı'nı kutlamıştık.
Borsa Lokantası, Vaniköy. 23 Haziran 2007.
Yavuz'un gerek karatahta başında anlattıklarına hakimiyeti, gerekse yemek sofrasındaki hoş sohbeti beni her zaman etkilemiştir. Ancak 1970’li yılların tozpembe senaryosu epeyce hüzünlendi; birinci kuşaktan aramızda kimse kalmadı, 2010 bitmeden Yavuz da gitti. . . (Mehmet Erbudak)