Bedi Ilgım İstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi öğrencisi iken, 1933. |
Bedi Ilgım, 1915 yılında, Yugoslavya'dan göçmüş bir ailenin ikinci çocuğu olarak İstanbul'da dünyaya gelmiş. Yaşıtlarının pek çoğunda olduğu gibi, onun da ilkokul diploması Arap harfleri ile yazılı.
Ortaokul ve liseyi İstanbul Erkek Lisesi'nde bitirmiş; 1932 – 33 döneminde bu okulun fen şubesinden mezun olmuş. Daha sonra İstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi’ne giren Bedi Ilgım, 1936 – 37 döneminde bu fakültenin Fizik - Kimya Bölümü'nden mezun olmuş. Bu döneme ait -titizlikle sakladığım- ders notlarında o dönemin, Hitler zulmünden kaçıp Boğaziçi'ne sığınan efsane Alman hocalarından Prof. Arndt'ın düzeltmeleri ve parafları var [Fritz Arndt (1885 – 1969); Lale A. Burk, Bull. Hist. Chem. 28 (2003) 42]. Yine o dönemin müşterek özelliklerinden biri olarak, gerek üniversite süresince gerekse üniversite sonrasında fasılalarla devam eden bir yedek subay hizmeti ve 1938 Nisan’ında terhis.
Bundan sonraki dönemde Bedi Ilgım'ı ilk görev yeri olan Ankara Erkek Lisesi'nde fizik hocası olarak görüyoruz; bu dönemden tanışları, Rauf Nasuhoğlu ve Erdal İnönü. Buradaki iki dönemlik fizik hocalığından sonra Bedi Ilgım 1939 yılında o zamanki adı Teknik Okul olan, şimdiki adıyla Yıldız Teknik Üniversitesi'ne, fizik öğretmeni olarak tayin oluyor.
Bu tarihten itibaren, yaş haddinden emekli olduğu 1984 yılına kadar süren 45 yıllık Yıldız’lılık, daha sonra özel sözleşme ile lisans üstü öğrencilerine verdiği derslerle 7 yıl daha sürüyor ve nihayet Bedi Ilgım'm toplam 53 senelik çalışma hayatı 1991 yılı sonunda noktalanıyor.
Ancak bundan birkaç sene sonra başlayan ve onu 1997 yılında aramızdan alan Alzheimer hastalığına rağmen babam son günlerine kadar her gün, bir sonraki gün vereceği derslerine hazırlanır, notlarını titizlikle çantasına yerleştirir ve ertesi sabah erkenden Yıldız’ına, yola çıkacakmışçasına traşını olur, giyinir ve benim kendisini alıp Yıldız'a götürmemi beklerdi. Babam yazdığı ve Türkçe'ye çevirdiği pek çok mesleki kitabın yanısıra, yine döneminin pek çok bilim adamında görüldüğü gibi, meslek dışı pek çok hobiye de sahipti. (Akuarel Bedi Ilgım'ın fırçasından.)
Çok iyi bir hat sanatçısıydı, iyi ney çalar ve çok iyi resim yapardı. Klasik Türk Müziği'ni çok iyi anlar, takip eder ve notaların matematik ve fizik kuralları ile ilintilerini araştırırdı, iyi bir fotoğrafçıydı. Kendimi bildim bileli evimizde daima bir fotoğraf laboratuarı bulunmuştu.
Ellili senelerde yapılan bir banka çekilişinde, mütevazi tasarruflarımdan oluşan banka hesabıma büyük ikramiye çıkınca, kendisinden iyi bir fotoğraf makinesi almak için izin istemiştim. Bana önemli olanın makine olmadığını, ancak gönül, göz ve mercek düzleminin bir hizaya gelmesi ile iyi bir resim çekilebileceğini kanıtlamak için boş bir puro kutusundan oluşturduğu camera obscura ile çektiği resim hala arşivimde, çok kıymetli bir anı olarak durur.
Yıldızdaki yaşamı süresince pek çok ilk’e imza attı. Teknik Okul'dan Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi'ne ve daha sonra Yıldız Universitesi'ne geçişlerde büyük çabalar sarfetti. Daha sonra Yıldız'a bağlı olarak Anadolu'da oluşturulan diğer Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademileri'nin oluşumunda faal görev aldı. İleri yaşına rağmen buralarda (Zonguldak, Sakarya, Elazığ gibi) ilk dersler verdi. Kendi notlarından anladığım kadarı ile, kendisine İÜ ve İTÜ'den gelen pek çok teklifi geri çevirdi ve hep Yıldızlı kaldı. Teknik Okul dönemlerinde senelerce Öğretim Müdür Yardımcılığı görevini yürüttü.
Evinden çok zamanını geçirdiği fizik laboratuarını hemen hemen yoktan varetti. Almanya Leybold firması'ndan temin ettiği laboratuar alet ve gereçlerinin benzerlerini, laboratuarının bir köşesinde oluşturduğu atölyesinde kendi gayreti ve asistanlarının desteği ile çoğalttı ve böylelikle çok sayıda öğrencinin laboratuar imkanına kavuşmasını sağladı.
13.10.1983 tarihinde yapılan senato toplantısında kendisine Yıldız’ın ilk fahri doktorluk unvanı verildi. Bedi Ilgım'm yaptığı bilimsel çalışmaların ayrıntılarını kendi meslektaşlarının takdirine bırakarak, yazının bundan sonraki bölümünde, kendisi hakkında Yıldız yıllıklarında yer alan bazı anekdotları aşağıda aktarıyorum. (Mesut Ilgım)
––––––––––
1968 yılında bir gece sınıfında Bedi Hoca, çarpışma’ları anlatıyordu. Tahtaya formülü yazdıktan sonra konuyu daha ilginç hale getirmek için bir futbol maçında çarpışan iki futbolcu örneğini verdi. Ortak düşme hızını hesaplayarak, ısıya dönüşen enerjinin ifadesini de yazdı. Bunun üzerine öğrencilerden biri sordu: “Efendim, ısıya dönüşen bu enerji ne olur?” Bedi Hoca cevap verdi: “Futbolcular çarpışınca bu ısıdan kızışır ve birbirlerine küfrederler.”
––––––––––
İhtisas bölümünde bir Modern Fizik dersinde Bedi Ilgım çekirdek reaksiyonlarının enerji bilançosunu açıklıyordu. Genelde çok soru soran çocuklardan biri kalktı ve: “Efendim, bu verdiğiniz örnekte iki ürün var. Halbuki daha çok sayıda ürünlerin olabileceği reaksiyonlar da mümkün diyorsunuz, o zaman hesapları nasıl yürüteceğiz?” Hoca cevapladı: “Ben burada esasları izah ediyorum, şüphesiz bir soru olarak yalnız ikiz meydana gelmesi sorunu ile değil, üçüz, dördüz hatta sekizli bir doğum ile de karşılaşabilirsiniz.” Talebelerden birisi arka sıralardan ekledi: “İşte hocam, o zaman biz de dokuz doğururuz!”
––––––––––
Bedi Hoca altmışlı yıllarda uygulamaya koyduğu Modern Fizik derslerinin ikincisinde elektromanyetik radyasyon teorisinin son konularını işliyordu. 212 numaralı anfinin sıralarının altına her seneki gibi yavrulamak üzere yuvalanmış olan tekir kedi ortaya çıktı ve kapının yanında miyavlamaya başladı. Çocuklar gülüştüler. Bedi Bey dersin ciddiyeti ile sahnenin laubaliliğini dengelemek üzere: “Galiba bir şeye itiraz ediyor, kapıyı açın da çıksın bari,” dedi. Bunun üzerine öğrencilerden Uğur Beynam: “Efendim, dersin başında kapıyı açtık gitmedi, herhalde dersten sıkılmış olacak,” dedi. Bedi Hoca hemen taşı gediğine koydu: “Olabilir, hayvandır!”
––––––––––
Bir arkadaşımızın cehaletiyle Bedi Hoca'yı sinirlendirmesi üzerine, hoca derin bir lahavle çekip, Mehmet Akif'in ünlü şiirini arkadaşımıza uygulamıştı:
“Sana zor gelmeyecek soruyu kimler sorsun
Babanın ismini sorsam ‘bilmem ki’ diyorsun
Herc-ü merc ettiğin a'male yetmez de kitap
Seni ancak çöp kovaları eder istiap.”
––––––––––
1954 yılındaki bir fizik dersinde Bedi Ilgım yer çekiminden bahsediyordu. Arkadaşlardan biri sordu: “Hocam, dünyayı merkezinden geçmek üzere delip buraya bir taş bıraksak, bu taş nereye kadar gider?” Bedi Hoca cevap verdi: “Herhalde Bakırköy'e kadar gider!”
––––––––––
Bedi Hoca saatlerce bir konuyu anlatmış ve koca tahtayı upuzun bir formülle doldurmuştu. Arkadaşlardan biri sordu: “Hocam bu formül neye yarar?” Bedi Bey cevap verdi: “Baş ağrısına iyi gelir!”
––––––––––
Bedi Hoca'dan Fikret Uray, bir müessesede çalıştırılmak üzere yeni mezunlardan bir mühendis tavsiye etmesini ister ve de iyi ücret vereceklerini ilave eder. Odada bulunan Sami İdil söze karışır: “Ne kadar verecekler?” Fikret Uray: “600 lirayla başlayacaklar.” Bedi Ilgım cevap verir: “Yok, o paraya mezunlardan bulamam ama istersen hocalardan bulayım.”
Günlerden bir Cumartesi günü Bedi Ilgım, Teknik Fizik dersinde, tatbikat yaptırmak için bir kişinin tahta başına geçmesini istedi. Sınıfın cesur ve çalışkan talebelerinden Kadir hemen kalktı. Hoca problemi sordu. Kadir tahtaya yalnız kendinin okuyabileceği bir ’T’ harfi yazdı. Hoca sordu: “O yazdığın ne?” “T, hocam.” Hoca derin bir nefes aldı: “Öyleyse üstüne ’T’ olduğunu yaz." (Mesut Ilgım)